Önce seni bir tanıyalım?
Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümünü 2003 yılında bitirdim. 2005 yılında ise Koç Üniversitesi gelişim psikolojisi yüksek lisansını tamamladım. O yıllarda çocuklarla uygulamalı çalışmak istiyordum, ancak gelişim psikolojisi bilgilerim teorik kalmıştı. Klinik psikoloji olmadan olmayacak dedim ve Hacettepe Üniversitesi Klinik Psikoloji yüksek lisansına başladım. Yüksek lisans boyunca, gelişim psikolojisi geçmişimin de verdiği temelle uygulamalı eğitim ve stajlarımı çocuk psikolojisi alanında tamamlayarak 2007 yılında 2. Yüksek lisansım olan klinik psikolojiyi bitirdim. 1 yıl akademik çalışmalara ara vererek çeşitli kurumlarda çocuklarla ve ebeveynleriyle çalıştım. Sonrasında Hacettepe Üniversitesinde Klinik Psikoloji Doktora programına başladım ve 2012 yılında doktoram bitti. Doktorayla birlikte uygulamalı çalışmalarımda tamamen yetişkin psikoterapisi alanına kaydım. Farklı vakıf üniversitelerinin Psikoloji Bölümleri’nde Dr. öğretim görevlisi olarak klinik psikoloji dersleri verdim ve halen vermekteyim. Korto Psikoloji Bağdat Caddesi Göztepe Şubesinde yetişkinlerle bireysel psikoterapi çalışmalarımı sürdürüyorum. International Society for Schema Therapy (ISST) onaylı şema terapi temel eğitimini tamamladım. Şu an ISST onaylı şema terapisti olabilmek için süpervizyon aşamasındayım. Çalışma alanlarım içinde kişilerarası ilişki sorunları, özgüven sorunları, değersizlik duygusu, obsesif-kompulsif bozukluk, kaygı ve depresyon bulunuyor. Çalışmalarımda bilişsel-davranışçı ve şema terapi yaklaşımlarını uyguluyorum.
Şema Terapiye göre ilişkilerden bahsedeceğiz. Şema Terapi nedir?
Bizi büyüten, yetiştiren kişilerle olan (ki bunlar çoğunlukla ebeveynlerimiz olur) erken dönem yaşantılarımız sonucu hepimiz kendimizle ilgili bir takım düşünceler, inançlar ve beklentiler geliştiriyoruz. Bu inançlar bizim dünyayı, hayatı, diğer insanları ve kendimizi anlamlandırma şeklimizi belirliyor. Psikolog Jeffrey Young ve arkadaşları geliştirdiğimiz bu hayat kurallarına “şema” adını veriyor. Bir nevi kalıplar diyebiliriz. Şemalar bebeklikten başlayarak gelişir ve yaşam boyu sürerler. Ebeveynlerimiz, kardeşlerimiz ve akranlarımızla olan incitici deneyimler sonucu öğrenilirler. Şema teorisinde 18 farklı şema alanı tanımlanmıştır. Bunlardan bazıları ve en sık rastladıklarımız arasında duygusal yoksunluk, terk edilme, başarısızlık, kusurluluk, sosyal izolasyon, kendini feda, duyguları bastırma ve dayanıksızlık şemalarını sayabiliriz.
Kişinin şemaları yetişkinlikte çeşitli yaşam olayları tarafından harekete geçirildiklerinde, kişiler olayları ya da durumları bilinçdışı bir biçimde, çocukluklarındaki olumsuz yaşantılarına benzer olarak algılarlar. Bu sebepten bu şemalar tetiklendiğinde yoğun bir biçimde olumsuz duygulara sebep olmaktadırlar. Aslında şemalar çocukken yaşadığımız aileye veya çevreye uyum sağlayabilmemiz için geliştirilmiştir. Ancak yetişkin yaşamında geçerliklerini yitirirler ve kişinin hayatında tıkanıklığa yol açarlar. Bir hocamızın örneği şuydu: “15-20 yıl öncesinin döviz kuruyla bugün iş yapamazsınız”. Geçmişte işe yarayan şeyler güncel hayatımızda işe yaramaz, uyumumuzu bozar ve hayattan keyif almamızı engeller. Örneğin, başarısızlık şeması olan bir kişi kendisinin yetersiz olduğu inancına sahiptir. Böyle bir kişi kariyerinde kendini geliştirecek gerekli adımları atmaktan kaçınabilir, potansiyelinin altında bir işte çalışabilir veya başarılı olmasına rağmen kendisini başarısız hissedebilir. İşte şema terapi bu noktada devreye girer. Kişinin şema alanlarını belirlemeyi ve bu kalıpların içindeki işe yaramayan yani güncel olmayan düşünce, duygu ve davranışlarını değiştirmeyi hedefler. Burada bir şeyin altını çizmekte fayda var. Değişim kolay değildir. Şemalar değişime dirençlidir ve hiçbir zaman tamamen yok olmazlar. Bu nedenle terapide temel hedef gerçekçi olmalıdır, yani bir kişinin hayatındaki uyum bozan temel bir şema alanını ortadan kaldırmak yerine törpülemek daha gerçekçi bir terapi hedefidir. Danışan, terapistin yol göstermesiyle uyum bozucu (hayatında olumsuzluklar yaratan) şemalarını, bu şemaların hangi durumlarda tetiklendiğini, bu şemalarla hangi yollarla baş etmeye çalıştığını ve bu şemaları törpülemeyi öğrenir. Şemalar tamamen ortadan kalkmıyor dedik, ancak kişi şema terapi sürecinde şemalarıyla işlevsel bir biçimde baş etmeyi öğrenir. Artık eskisi gibi tetiklenmez veya tetiklense bile davranışları veya duygusal tepkileri yıkıcı olmaz.
İnsanlar ilişki seçimlerine şema modellerine göre mi karar veriyor?
Şemalar ilişki kurma biçimlerimizi etkiler. O nedenle sorunun cevabı Evet. İnsanların ilişki seçimleri şemalarının sonucudur. Bu bilinçli bir karar veya seçim olmasa da insanlar hep belirli tip ilişkiler içinde kendilerini bulabilirler. Kendini tekrar eden örüntüler gözlenebilir. Örneğin, hep soğuk, ilgisiz erkekleri veya kadınları kendine partner olarak seçmek kendini tekrar eden bir kalıp olarak karşımıza çıkabilir. Eğer ilişkilerinizde tekrar eden ortak özellikler olduğunu fark ederseniz şemalarınızın iş başında olduğundan emin olabilirsiniz.
Her ilişki bir diğerinden farklı bağlanma modeli gösteriyor. Nelerdir bu bağlanma modelleri?
Aslında her ilişki bir diğerinden farklı bağlanma modeli göstermeyebilir. Her birimizin farklı bağlanma stili vardır desek daha doğru olacak. Bağlanma kuramına göre iki tip ana bağlanma stili vardır: güvenli ve güvensiz bağlanma. Güvensiz bağlanma da kendi içinde kaçıngan ve kaygılı olarak alt tiplere ayrılır. Güvenli bağlanma çocuğun temel ihtiyacıdır. Çocuğa bakım veren kişilerin, yani çoğunlukla ana babanın sürekliliği (terk etmemesi, uzun süreler evden ayrı olmaması), tutarlı davranışlar ve sevgisini göstermesi güvenli bağlanmanın temelini oluşturur. Annesine ve babasına güvenli bağlanan bir çocuk büyüdüğünde başkalarına da aynı güven duygusuyla bağlanabilir. Dolayısıyla, bağlanmanın güvenli veya güvensiz olması romantik ilişkiler açısından önemlidir. Güvenli bağlanmış bir çocuksak yetişkin hayatımızdaki romantik ilişkilerimizde de güvenli bağlanma gösteririz. Güvensiz bağlanmada ise duygusal yoksunluk, terk edilme, şüphecilik, kusurluluk veya sosyal izolasyon şema alanlarından bir veya birkaçını geliştirebiliriz. Güvensiz bağlanma sonucu en sık karşılaştığımız şemalardan terk edilme şemasından örnek verelim. Terk edilme şemasının kökeninde dengesiz, aşırı öfkeli, alkolizm sorunu olan ebeveynler veya ebeveyn kaybı gibi çocuğun bağlanma yaşantısını sekteye uğratan yaşantılar vardır. Terk edilme şeması olan kişiler romantik ilişkilerden tamamen kaçınabilir, ilişkiyi sürdüremeyecek yani terk etme olasılığı yüksek partnerler seçebilir veya partnerlerini uzaklaştıracak kadar onlara yapışır, ufak tartışmalarda bile aşırı tepki gösterebilirler.
Sevmeye ve sevilmeye neden bu kadar ihtiyaç duyuyoruz?
Şema teorisine göre, şemalarımız çocukluk döneminin temel ihtiyaçları karşılanmadığı veya aşırı verildiği durumlarda oluşurlar. Sevilmek her çocuğun temel ihtiyacıdır. Bir bağlanma algısı geliştirebilmemiz için sevgi, empati, şefkat ve anlayışa ihtiyaç vardır. Sevgi konusunu iyi anlatan şemalardan birisi “Kusurluluk” veya “Değersizlik” adını verdiğimiz bir şema alanıdır. Kusurluluk şeması olan kişiler kendilerini kusurlu, kötü, değersiz, aşağı hissetmekte ve kendilerinin sevilmeye değer olmadıklarına inanmaktadırlar. Bu duygu ve inançların temelinde kişinin benliğine ilişkin algıladığı eksiklik ve kusurlar yatmaktadır. Şemanın kökeninde reddedici-sevmeyen, aşırı eleştirel, aşağılayıcı ebeveyn tarzları bulunmaktadır. Çocukken kişi sevilmemiş veya saygı duyulmamıştır. Bu şemaya sahip bir kişinin romantik ilişkilerinde eleştirel partnerler seçme olasılığı yüksektir. Şemaların kendilerini tekrar eden kalıplar olduklarını hatırlayalım. Bu nedenle, kişi, şemasındaki inançları destekleyecek partnerler seçme eğilimindedir. Yani kendini değersiz hissettiren, pek ilgilenmeyen partnerler.
Romantik ilişkilerde kimya yani çekicilik nasıl oluşuyor?
Her organizma tutarlığa ve dengeye güdülenmiş olduğundan, insanlar “bildikleri”; bu anlamda şemalarını besleyecek ilişkilerde kendilerini bulurlar. Kişi, ilişkisinden memnun olmasa da yaşadığı deneyim kişi için tanıdıktır. Kişi bilinç düzeyinde bunu fark etmeyebilir. Hani kanım ısındı deriz ya, biraz öyle bir durum. Şema dilinde buna şema kimyası denir. Aslında bir yapbozun parçaları gibi karşı tarafla şemalarımız birbirini tamamlar. Yani şemalar, kişiye kendilerini yaşatacak partnerler seçmelerine neden olurlar. Duygusal yoksunluk adını verdiğimiz şemada kimya yani çekicilik durumunu çok sık görürüz. Duygusal yoksunluk şeması olan kişiler duygusal ilişki gereksinimlerinin yeterince karşılanamayacağı beklentisi içindedirler. Genel olarak soğuk, ilgisiz ailelerden gelmektedirler. Partner olarak bencil, sevgi göstermeyi bilmeyen, uzak ve soğuk kişiler çekici gelir. Yani kimya bu kişilerle yüksektir çünkü kişi için bu tanıdıktır, duygusal ihtiyaçlarının karşılanmayacağı bir ilişki yaratmış olur. Kendisiyle gerçekten ilgilenen, sevgi verebilen kişileri ise sıkıcı bulur, çekici gelmez ve onlardan uzaklaşır. Aslında kişiye iyi gelecek olan ve şemasını değiştirecek olan şey, kimyası yüksek olmasa da tam da bu kişilerle ilişkiyi sürdürmektir.
Günümüzde artık doğru düzgün tam anlamıyla ilişki kurmak neden bu kadar zorlaştı?
Günümüzde buna etki eden toplumsal değişim, çevresel faktörler, sosyal medya gibi teknolojinin hayatımıza getirdiği birçok faktör olabilir. Gelişim psikolojisi kökenli bir klinik psikolog olarak ben bunu biraz değişen çocuk yetiştirme yaklaşımlarına bağlıyorum. Şema kuramına göre bir çocuğun güvende hissetmeye, bağlanmaya, özerkliğe, öz saygıya, kendini ifade etmeye ve gerçekçi sınırlara ihtiyacı vardır. Bunların eksikliği kadar fazlalığı da şemaları yaratır. Psikoterapi seanslarımızda eksiklikler olduğu kadar son yıllarda iyi şeylerin ebeveynler tarafından aşırı verilmesinin de yarattığı zorlukları görüyoruz. Bu durumun en çok yansıdığı alan ise kişilerarası ilişkiler veya romantik ilişkiler oluyor. Günümüzde ebeveynlerin çocuklarına gerçekçi sınırlar koymadığını gözlemliyorum. Yeterli disiplini ve kontrolü sağlayamadıklarında çocuklar haliyle şımartmışlar oluyorlar. Bir nevi çocuklar ebeveynleri kontrol ediyor. Bazı durumlarda çocuğun ne kadar üstün ve farklı olduğu da çocuğa sürekli olarak öğretiliyor. Aslında tüm bunlar çocuğun sorumluluk duygusu ve özgüven geliştirmesini engelliyor. Sonuç olarak Haklılık adını verdiğimiz şemaya sahip yetişkinler daha sık karşımıza çıkıyor. Bu şemanın ileri boyutu narsistik kişilik olarak yapılanıyor. Haklılık şeması olan kişiler kendilerini ayrıcalıklı hisseder, istediklerini anında yapabilmek, söyleyebilmek ve elde edebilmek isterler. Bir şeye ulaşmak için gereken zamana sabır gösteremezler. Kendilerini de disipline etmekte sorun yaşarlar. Kendi ihtiyaçlarına odaklandıkları için karşı tarafın ihtiyaçlarını görmezden gelebilirler. Tüm bunlar fark edebileceğiniz üzere doğru düzgün bir ilişki yaşanmasını engelleyen kişilik özellikleridir.
Romantik ilişki nasıl başlar nasıl gelişir? Var mı bir kuralı kaidesi?
Net bir kuralı kaidesi yok tabi. İlişkiden ilişkiye değişebiliyor. Yaşamın farklı dönemlerinde farklı ihtiyaçlarımız da olabiliyor. Şema kimyasından bahsetmiştik. Başlangıçta bu kimya konusuna dikkat etmek gerekiyor. İlişkilerimde kendini tekrar eden bir örüntü (patern) yaşıyor muyum?, Bu kadının ya da erkeğin nesi bana çekici geliyor veya geldi?, Nedir benim kafamdaki erkek/kadın modeli?, İlişkiden ne bekliyorum yani kafamda nasıl bir ilişki modeli var?, bu sorularının cevaplarının yol gösterici olduğunu düşünüyorum. Bu soruların cevapları bizi bir ilişkiye başlama konusunda yönlendirici olabileceği gibi keyif almadığımız bir ilişkiden çıkma ve bir sonraki ilişkimizi şekillendirme konusunda da yardımcı olabilir. İlişkinin en başında her şeyi anlamayabiliriz, ama şema kimyasının sinyalleri aslında vardır. Diğer taraftan toksik bir ilişkiyi bitirmek için de hiçbir zaman çok geç değildir.
Farklı sebeplerden dolayı birçok kişi bir ilişkiye giremiyor? Nedir bu korkuların sebebi? Issız adam sendromu diyebilir miyiz 🙂 ?
Biz buna kaçınma diyoruz. Kaçınma iki şekilde olabilir: ilişkiden tamamen kaçınma, yani hiç ilişkiye girmemek ya da ilişki içindeyken ilişkiyi sabote etme veya yolunda giden bir ilişkiden aniden çıkmak. Kaçınma bir davranış biçimidir, ve aslında bizim şemalarla baş etme yollarımızdan biridir. Issız adam sendromu da diyebiliriz, ama ıssız kadınların da miktarı hatırı sayılır derecede var. Kaçınmanın en sık kullanıldığı şemalar arasında duygusal yoksunluk ve terk edilme vardır. Duygusal yoksunlukta kişi sevilme ihtiyacının başkaları tarafından karşılanamayacağını düşünür. Sevgiyi tanımamıştır ki sevgi alabileceğini bilsin. Bu durumda duygusal olarak bağlanamaz, ilişkiye girmez ve ilişkiden kaçınarak duygusal yoksunluğunu sürdürür. Terk edilme şemasında ise kişi terk edilme korkusuyla ilişkilere girmekten kaçınır, çünkü ya onu kaybetmekten ya da çok yakınlaşıp üzülmekten korkar. İlişki olmayınca terk edileceği veya incineceği bir durum da olmaz, yani korktuğunun başına gelmesini bir nevi engellemiş olur. Ancak kaçınma her türlü uzun vadede kişinin yaşamdan keyif almasını engeller, uyum bozucudur. İlişkiden kaçınmanın sonu yalnızlıktır.
Aşk gerçekten var mı? Yoksa her şey şema mı?
Yumurta mı tavuktan çıkıyor, tavuk mu yumurtadan diyorsun yani! Şemalarımız tabi ki ilişkilerimizi, yani kimi niye seçtiğimizi belirleyebiliyor. Bu bağlamda aşk dediğimiz şey şema kimyası olabilir mi? Olabilir tabi ki. Ancak şemalarımızı tanıdığımız, anladığımız anda daha tatmin edici bir aşkı yaşama olasılığımızın artacağını söyleyebiliriz. Çünkü mekanizmaları ve kimya/çekicilik adını verdiğimiz dinamiği anlamaya başlayacağız ki bu da bizi daha tatmin edici ilişkiler yaşamaya yöneltir.
İlişkilerdeki kısır döngüler muhakkak ki bir şemaya denk geliyor. O halde oradaki kalıbı bulduğumuzda ve çalıştığımızda üzerine ilişkiler yoluna girebiliyor mu?
Girebiliyor evet. Bu tabi ki kolay değil, çünkü şemalar varlıklarını sürdürmek için direnirler. Şemayı sürdürmek için güçlü bir itilme hissederiz. Bu insanın tutarlık arayışından kaynaklanır. Bildiğimiz şeyler bize tanıdık gelir, ve karşımıza çıkan kişilerde o bildiğimiz şeyleri görünce onlarla olmayı seçeriz. Ama çoğu zaman ihtiyacımız olan şey bildiklerimizden çok bilmediklerimiz, daha önce deneyimlemediklerimizdir. Bunu değiştirmek zordur, ama imkansız değildir. İlişkiler açısından duygusal yoksunluk şeması buna iyi bir örnek. Duygusal yoksunluk şeması olan kişilere, partner olarak bencil, sevgi göstermeyi bilmeyen, uzak ve soğuk kişiler çekici gelir demiştik. Bu durumda uzun vadede tatmin edici bir ilişki yaşayamazlar. Kendisiyle gerçekten ilgilenen, sevgi verebilen kişileri ise sıkıcı bulur, onlara yaklaşmazlar. Terapideki hedefimiz bu mekanizmayı fark etmek, anlamak ve değiştirmektir. Yani kişiyi, ona gerçekten ilgi ve sevgi gösteren kişilere şans vermesi ve onlarla bir ilişki sürdürmesine teşvik etmek, sonucunda da duygusal ihtiyaçlarının karşılandığı daha tatmin edici bir ilişki yaşamasını sağlamak. Bazen bunun için mevcut ilişkiden çıkmak da gerekiyor tabi. Bu anlamda bir ilişkiyi sona erdirebilmek de değişimde önemli bir adım.
Sorunlar sence en çok nerden çıkıyor?
Sorunların, yani tatmin edici bize keyif veren ilişkiler yaşayamamızın temelinde uyum bozucu şemalarımız yatıyor. İlişkilerde sorun yaratabilecek şemaların başında da terk edilme, duygusal yoksunluk, kusurluluk, haklılık ve bağımlılık şemaları var. Bağımlılık hariç bu şemaların hepsi güvenli bağlanamama sonucu oluşur. Bu şemaların ilişkilere yansıma şekline örneklerle daha önce değindik. Burada da bağımlılık şemasını değerlendirelim. Bağımlılık şeması genellikle çocuğun aşırı korunduğu, kendi kararlarının alınmasını engellendiği, ebeveynlerin işleri çocuk için hallettiği, çocuğa doğruyu ve yanlışı yaşaması için fırsat tanınmadığı durumlarda ortaya çıkabilir. Yani çocuğun temel ihtiyaçlarından özerklik karşılanmamıştır. Bu durumda bağımlılık şeması, şema kimyasının en belirgin olduğu şemalardan biri olarak karşımıza çıkar. Bu kişiler genellikle kendilerini koruyabilecek, güçlü ve baskın kişileri kendilerine partner olarak seçerler. Örneğin, partner koruyucu bir ana/baba gibidir, kişiye çocuk gibi davranabilir. Kişi tam olarak özerk olamadığı için her kararda partnerine ihtiyaç duyabilir, gittiği her ortamda partnerinin yanında olmasını ister. Bu durum tahmin edilebileceği üzere karşı tarafta yani partnerde bir süre sonra öfke ve boğulma hissi yaratır.
İletişime değinmeden geçemeyeceğim. Doğru iletişim nedir? Ne yapılmamalı?
İletişim ilişkilerde gerçekten çok önemli. Bu noktada şema kuramından çıkıp bir başka önemli kurama değineceğim. Gottman Çift Terapisinin kurucuları John ve Julia Gottman sağlıklı ve mutlu ilişkilere sahip çiftlerin iletişimlerinde neleri yapıp neleri yapmadıkları konusunda bize önemli araştırma verileri sunuyor ve 4 yıkıcı iletişim çeşidi tanımlıyorlar. Bunlara mahşerin 4 atlısı adını veriyorlar: Eleştiri, aşağılama, savunma ve duvar örme. Eleştiri genelde sen diliyle yapılır, olumsuz ifadeleri içerir, “sürekli aynı şeyi yapmandan bıktım” bir eleştiridir. Aşağılama eleştiriden daha serttir, eşlerin birinin kendini daha üstün görmesi ve diğerini küçümsemesini içerir, “Bu yaptığın tam bir aptallık” demek aşağılamadır. Savunma ise karşı tarafı anlamaya çalışmak yerine sürekli savunmaya geçen bir iletişim sergilemektir. Kişi kendini haklı çıkarmakla öyle meşguldür ki karşı tarafı duymaz bile. “Asıl sen daha çok bunu yapıyorsun”, “Ya senin yaptıkların” gibi cümleler savunmadır. Son olarak duvar örme, çiftlerden birinin iletişimi fiziksel ve ruhsal anlamda kesmesidir. Küsmek ve susmak duvar örmeye örnektir. Partnerimizle doğru iletişim için mahşerin 4 atlısına dikkat etmemiz gerekir.
Kıskançlık nasıl aşılır ve altında ne yatıyor?
Kıskançlık başta koruyucu, kollayıcı, kişinin önemsendiğini ve değer verildiğini hissettiren bir durum olarak algılanabilir. Burada doz önemlidir. Yani problem yaratan kıskançlığın aşırı dozda olmasıdır. Kıskançlık ilişkiye ve kişinin özerkliğine zarar veriyorsa ve ilişkide iletişimle halledilemez tekrar eden bir konu haline geldiyse burada bir sorun var demektir. Şema modeli açısından kıskançlığın temelinde genellikle terk edilme şeması vardır. Altında kaybetme korkusu vardır. Aşırı kıskançlık ve sahiplenicilik kaçınılmaz son olan terk edilmeye karşı alınan önlem niteliğindedir. Partneri elinde tutmak adeta bir takıntıya dönüşmüştür. Bu kişiler partnerlerine yapışırlar, partnerleri onları sevdiklerini söylese bile inanmayabilirler. Öfkelidirler, partnerlerini sadık olmamakla itham edebilirler. Ufak şeyleri bile partnerin kendilerini terk etmek istediğine dair işaretler olarak yorumlayıp aşırı kıskançlık gösterebilirler.
Geldik bitirme dönemine yani ayrılma. En çok olaylar bu aşamada mı yokuş aşağı gidiyor?
Bitirme dönemi zordur. Bitirmeye karar vermek bazen bitirmekten daha zor olabilir. Bazense taraflardan biri için daha incitici olsa da genellikle her iki taraf için de zordur. Herkesin ayrılık için farklı sebepleri olabilir. Neden ayrılıyoruz, yolunda gitmeyen nedir, buradaki uyumsuz şema kimyası nedir gibi soruların cevapları önemli. Bazı durumlarda ayrılıp yeniden birlikte olma gibi kısır bir döngüye girebiliyor çiftler. Yani ayrılıp-barışmak ilişkinin dinamiği olabiliyor. Böyle bir dinamikte uzun vadede tatmin edici bir ilişki olmasını beklemek pek gerçekçi değildir. Bazen de ayrılık aşamasında insanlarda karşı tarafı kırmamak, üzmemek gibi bir kaygı oluyor. Burada neyi ne şekilde karşı tarafa aktardığımız yani iletişim önemli. Ancak ayrılığın sonucunda üzülmek son derece doğaldır çünkü ayrılık üzücü bir yaşantıdır. Tabi ki ayrılıklarda üzüleceğiz.
Ayrılığı kabul etmek neden bu kadar zor?
Zor. Çünkü her ilişki duygusal bir yatırımdır. Bağlanırız partnerimize, geleceğe dair hayaller kurarız. Ayrılık sonucunda hayal kırıklığı ve üzüntü yaşamamız kaçınılmazdır. Bu tip güçlü olumsuz duygularla baş etmek de pek kolay değildir, zorlanırız haliyle.
Neden bir parçamız kopmuş hatta bazen ölmüş gibi hissedebiliyoruz?
Çünkü bağlandık ve sevdik. Ayrılık ise bir kayıp yaşantısıdır. Ayrılıklarda çok sevdiğimiz birini kaybettiğimizdeki duygusal süreçlere benzer şeyler yaşarız. Ölmüş gibi demesek de yastayız diyebiliriz. Hayatımızdan giden kişinin ardından yas tutarız. Normaldir bu.
Ayrılığın aşamaları nelerdir? Neler yapmalıyız sağlıklı bir tavırda kalabilmek için?
Ayrılık durumu yas gibi yaşanır. Yani bir kişiyi kaybetmişizdir, artık hayatımızda olmayacaktır. Bu nedenle ayrılık bir kayıptır ve ayrılığın aşamaları yasın aşamalarına benzer. İnkar/şok dönemi; bu ilk aşamadır, ayrılık tazeyken bu dönemde ayrılık yaşantısı gerçek gibi gelmeyebilir, durumu kabullenmek istemeyebiliriz, özellikle partnerle iletişim halindeysek bu ilk aşama bir süre devam edebilir. Ardından öfke aşaması gelir; ister istemez öfke hissederiz, ya kendimize ya da karşı tarafa öfkeleniriz, hayal kırıklıklarımız da öfkeye dönüşebilir. Öfkenizi yaşamaktan korkmayın. Tam tersine ayrılıkla ilgili hissettiğimiz öfkeyi yaşamak acıyı atlatmamıza yardımcı olur. Sonrasında ise depresyon aşaması gelir; öfke döneminin ardından üzülürüz, yas tutarız. Bu dönemde eski partnerimiz kadar bizi mutlu edecek kimsenin hayatımıza girmeyeceğini, kimseyi onun kadar sevemeyeceğimizi düşünebiliriz. Ancak unutmayın ki hiçbir duygu sonsuza kadar aynı şiddette devam etmez. Depresyon ve üzüntü de sonsuza kadar sürmeyecektir ve zamanla yoğunluğu azalacaktır. En sonunda kabul ve yerleştirme aşamasına ulaşırız; olumsuz duyguların şiddeti azalır, ayrılığımıza bir anlam yükleriz, bu ayrılığı gelecekteki ilişkilerimiz açısından bir öğrenme yaşantısı olarak değerlendirebiliriz. Herkes bu aşamalardan geçmek zorunda değildir, aşamalar ilişkinin bitiş şekline göre değişebilir ve sıralı olmayabilir, ancak çoğumuz ayrılığı bu aşamalarla deneyimleriz. Sağlıklı kalabilmek için öncelikle bu aşamaların normal olduğunu, bunun bir yeniden yapılanma sürecini olduğunu bilelim ve bu aşamalardan geçerken kendimize zaman tanıyalım. Yani acınızı yaşayın. Bu aşamaların doğal bir biçimde yaşanması gelecekte sağlıklı ilişkiler kurabilmemiz için de önemlidir. Ayrılık sürecini sağlıklı atlatılabilmesi için bir diğer önemli unsur güvendiğimiz ve bizi dinleyebilecek kişilerle yaşadığımız üzüntüyü paylaşmaktır. Sosyal aktivitelerden kendimize iyi gelenleri yapmak, bize değer veren kişilerle birlikte olmak bize iyi gelir. Son olarak uykumuza, iştahımıza ve fiziksel sağlımıza da dikkat edelim. Tüm bunlara rağmen tükenmiş hissediyorsak ve normal yaşantımıza dönemiyorsak depresyon, öfke, üzüntü, kaygı ile uyku ve yeme düzenindeki bozulmalar 6 aydan daha uzun bir süredir devam ediyorsa psikolojik destek önerilmektedir.
Röportaj: Dilara Duman
Pozitif Dergi